Taşra Hikayeleri (I)

7 Nis

Yolculuklarım sırasında, yol kenarlarına utana sıkıla dizilmiş, yolların mahremlerine müdahale ettiğini düşünen küçük yerleşim yerlerine karşı sehven de olsa fazla şehirli davrandığımı bu tek çatılı, az nüfuslu kasabalardan birinde yaşamaya başladığımda anladım. Elimde küçük bir çanta, derme çatma otogardan ayrılan bir otobüs ve daha önce sadece sigara içmek için beş dakikalığına ayak bastığım bir kara parçası… Otobüse dur demek istedim fakat boğazım bir denizci düğümüne teslim, otobüse el kaldırmak istedim ancak ellerim bu topraklara yabancı…

Dükkanların sıralandığı caddeye doğru ilerledim. Bir kahvehaneye, birkaç bakkala ve iki tane de lokantaya uğradım. Çay içtim, yemek yedim, sigara aldım ve kalabilecek bir yer sordum. Hepsi öğretmenevini işaret etti. Hepsi bir ihtiyacım olursa kendilerine gelmemi tembihledi. Yürüdüm. Gözlerim henüz etrafa alışamadığından olsa gerek birkaç kez ezilme tehlikesi atlattım. Kendimi bir kaldırıma attığımda yanıma, bıyıkları kendisine güvenmemi telkin eden bir adam yaklaştı ve konuşma tarzımın dikkatini çektiğini, yeni olduğumu ilk bakışta anladığını söyledi. Benimle konuşurken geçmişinde yaşadığı ilkleri seyrettim gözlerinde. Onun, yıllar evvel yaşadığı maceralarda, mevcut zamana nazaran ne tür imkansızlıklar içinde mücadele ettiğini ve gurbetin geçmişe dair bir mefhum olduğunu gördüm. Sürgün Ahmet ismim, ne buralıyım ne de başka bir yerden dedi ve benimle öğretmenevine kadar yürüdü. Burası dedi, tam da benim başladığım yer. Sarmaşıkların kapısını unutturduğu bir bahçeye adım attım; okey taşlarının gürültüsü, çay kaşıklarının uğultusu ve birkaç dolu masa vardı. Çaycısı geleceğimi önceden duyanlardan. Çalışacağım dairede de çaycıymış. Odan hazır istanbullu dedi. Şaşırdım. Çantalarımı odaya çıkarmak için ısrarla istedi. Zahmet etme dedim, bir hayli boğuştuk. Sen bana önce bir çay ver deyince pes etti. Herkes ne işin var burada imalarıyla bakıyordu. Bana asla sorulmaması gereken bir soruydu. Yenilmemem için, istemeye istemeye buraya gelmeme razı olan ailemi mahcup etmemek ve kaçmam gereken şehre geri dönmemek için… Meraklı gözler yanıma yaklaşınca ilk açıklamayı ben yapıp, bu soruyla muhattap olmamaya çalıştım.

Yorgun olduğumu söyleyip müsade istedim. Çaycı odama kadar eşlik etti. Sıcak suyun nasıl açılacağından, yataktaki sorundan ve ramazan ayının ilk sahuruna beni kaldırabileceğinden bahsetti. Bir de kusura bakma tüm bu eksiklikler için dedi, devlet adına, ona bu imkansızlıkları sunan devlet, onu bir kez da mahcup ederken… Odada neyin olup olmadığı o an için pek de umurumda değildi. Camı açtım, bir sigara yakıp yatağa uzandım. Gözlerimi tavana doğru diktim. Geldiğim koca şehirle bu küçük kasaba arasında kısa bir zaman diliminde gördüğüm tek benzer şey bu tavandı.  İnsan, bir şeyden kaçarken nereye doğru gittiğini umursamıyorsa o şey, insanın hayatına oldukça güçlü temas etmiş olmalı diye düşündüm.

Taşra Hikayeleri (I)

Yorum bırakın

gregorumsamsam

Just another WordPress.com site

sairugultusu |sairugultusu.com

blog dergi |şiir-edebiyat-sanat

belkidebudur.wordpress.com/

düşünme, arzu et sade! bak böcekler de öyle yapıyor.

Hiss-i Kable'l Vuku

Hususi Hassasiyeti Olan Hisler

gulsumesen

ad astra per aspera

mimarabia

Just another WordPress.com site

Trt 2 deki Ressam // Topal Solucan

Kan kalemi yaz dedi " Adam ! Kan yolunda akarken içinden geçip gidenleri "

Emrah Aziz

"Je ne suis ni savant ni ignorant." (Maurice Blanchot)

ne olacak bu halim?

Just another WordPress.com site

Blog

Ben böyle güzelim falan filan...

Nurullah Ulutaş

Sevda Ülkesinin Yorgun Şairi

julyetta

Just another WordPress.com site

nihanka

Just another WordPress.com site